Kitap fuarı ile ilk kez 1980'li yılların başlarında tanııştığımda Marmara Etap otelinin alt salonlarında düzenleniyordu.Ve ben henüz orta okul öğrencisi olduğum için mi yoksa o zamanın edebiyat algısının daha ateşli oluşundan mı bilemiyorum bana o kadar büyülü bir olay gibi geliyordu ki içinde kendimi kaybediyordum. Hem standlar kitapla dolu olur,hem de stand alanları yoğun olarak yazar,çizer,editör,yayımcı ile okurun karışımı bir insan topluluğu ile işgal edilmiş olurdu ki bu acaip bir entellektüel enerji yayardı. Kendimi ilk kez orada beni anlayan ya da anlayabilecek potansiyele sahip akıllı,bilgili insanlarla çevrili hissetmiştim.Ve daha sonraları Kitap Fuarını her yıl özlemle beklememi de bu duygu sağlamıştı.Kitap fuarı bu ülkede entellektüel birikim ve enerjinin biraraya gelmesi demekti benim için.
Daha sonraki yıllarda seksenli yılların bitimi ile seksenli yılların ruhu da zayıflamaya başladı. Fuar Tarlabaşı'ndaki eski TRT binasına taşındı.Doksanlı yıllarda da burada Kitap fuarını takip edip her yıl açılışını hevesle beklemeye başladım.Fuar alanı burada büyümüş ,ilk yıllardaki samimiyet azalsa da daha düzenli bir yerleşim olmuş ve oldukça kalabalık bir ilgi burada da yoğun olarak hissediliyordu.Tarlabaşı'nın zaten kendi dinamiği içinde varolan bir çok kültürlülük kitap fuarına da sirayet ediyor ve Gümüşsuyu, Taksim, Beyoğlu, Tarlabaşı, Şişhane bölgelerini içine alan bir yerde olması gereken bu kültür buluşması kendini ve ruhunu burada buluyordu.
Ancak Beylikdüzü Tüyap fuar alanına uzaklığı nedeniyle daha önce hiç gidememiştim.-ki buraya taşınalı bile 15 yılı geçmiş -.Aslında bu benim için bir ayıp ama ne yazık ki özel ulaşım aracı olmadan buraya gitmek mümkün değil.Tüyap'ın diğer fuarlarını bilemiyeceğim ama özellikle kitap fuarı için fuar alanı dev boyutta kalmış ya da kitap fuarına katılım zayıflamıştı.Sanırım kitap fuarı gibi oldukça entellektüel birikim altyapısı isteyen bir faaliyet için yanlış bir yer Beylikdüzü.Çoğunlukla öğrencilerin kitap okuyup entellektüel faaliyetlerde bulunduğu düşünülürse kitap fuarını da şehir dışına taşımak onu öldürmek olmuş.Öğrencinin cebindeki para zaten oraya gitmeye yetecek,oraya gidince kitap alacak parası zaten kalmayacak.Ayrıca zaten gözlemlediğim kadar kitap fuarına gitmemizi sağlayacak kadar büyük bir sebep de yok fuarda. Her gün bir yazar geliyorsa ne ala. Daha eski yıllarda yayınevlerinin kendi yazar seminer takvimi vardı. Bir gün içinde fuara gidip hangi konuşmaya katılıp hangisini dinleyeceğimizi şaşırırdık. Bu yıl fuara katılmayan yayınevleri bile vardı kanımca.
Ayrıca katılımcı profilinin -tamamen çocuk ve genç müşteri kitlesi üzerine ve sınav temalı-farklılaşması ile birlikte ziyaretçi profili de değişmiş. Sadece gençler ve öğrenciler gelmiş ama ne yazık ki hiç birisi ne hikaye ne roman ne edebiyat ile ilgileniyorlardı.Tüm kitap fuar alanı için de iki büyük salon sadece dersane yayınları ile test kitapları ile sınavlara hazırlanma endüstrisine hizmet ediyordu.''lys,lgs,sbs,öys,kps,bys,dgs,ygs....bir sürü bildiğim ve bilmediğim kısaltmalardan oluşan sınavlar ve bunlara hazırladıklarını öne süren yayınlar'' istila etmiş her yeri.Tabii asıl soru aslında bu ziyaretçilerin talebi mi bu iki koridoru dolduruyor yoksa bu iki koridor dolusu yayın ve sınav endüstrisi mi insanları zorluyor bunları almaya? Aslında bu ihtiyaç da sanal bu kitapları alanların sınavları kazanacakları da yalan ! Orada şöyle bir duyguya kapıldım. Sanki o test ve hazırlık kitaplarını almayan sınav kazanamazmış gibi..her yıl bu kadar test kitapları satılıyor bu ülkede, sanki hepsini alıp yapan sınavları kazanabiliyor.Kimse kendine şu soruyu sormuyor.Ya bu dersanelere gidip,bu test kitaplarını satın alan ama yine de sınavları kazanamayanlar neden kimseye hesap sormuyor. Neden hala iyi okulların öğrencileri sınavları kazanıyor?Çünkü öğrenme ''tüm dersler 6,7,8'' , ''lise edebiyat çıkan tüm sorular'' ya da '' 80 sayfalık tüm geometri'' gibi kitaplar ile elde edilen birşey değildir. ''10 soruda mutlu ve başarılı olmanın sırları '' gibi 100 sayfaya sığdırılmış kitapların tek başarısı o kitabı yazana olan faydasıdır. Eğer hayattan bu tür draje edilmiş sihirli formüller bekliyorsanız kendinize de çocuğunuza da en büyük kötülüğü yaparsınız. Sizi elinizde ''NLP tekniği ile karşınızdakini yenme sanatı'' ya da''karşınızdakine evet dedirtme sanatı'',''melek terapisi ile ruhunuzu yenilemenin sırları '' gibi kitaplar ile gören çocuğunuz da ''100 soruda sbs teknikleri'' ve ''fen bilgisi 4,5,6''kitaplarını almak için para harcayacaktır. Gerçek edebiyat ve bilim eserlerini okuyarak bilgiye ve kültüre ulaşırsınız. Herşeyin içinde olduğu basitleştirilmiş,sadeleştirilmiş ve sıkıştırılmış bilgiler olan bir tek formül kitap yoktur.
Öğrenmek ,bilgilenmek zaman ve emek ister. Bu bir süreç meselesidir. Zor ve uzun yoldan öğrenilen değerlidir.Ve kalıcıdır.
24 Kasım 2011 Perşembe
14 Temmuz 2011 Perşembe
...bu ülkeye bir gün bazı standartlar gelecek mi merak ediyorum....
Yine oldu.Bugün yine başıma geldi.Aynı mağazada hem 40 beden hem 44 beden elbiseye girdim.Hem de aynı gün ,aynı yıl içinde .Sanmayın ki gün içinde iki beden şiştim ...elbiselerde,pantalonlarda,eteklerde ve hatta ayakkabılarda.Nedir bu ''kaç beden giyiyorsunuz ?''sorusunun cevabı.Bir insan vücudu bu kadar değişir mi? Tabii ki hayır! Ama açıklamamız hep aynı!!! ''KALIPLARIMIZ FARKLI''
Hay sizin kalıplarınıza ..demek geliyor her bu lafı duyduğumda.Bugün şöyle bi düşününce 36-36,5-37-37,5-38 olmak üzere birbirinden değişik numaralarda bir sürü ayakkabım olduğunu farkettim.Ayaklarım mı uzayıp kısalıyor diye merak edip mezura ile ölçtüm.Tam 24 cm sağ ayağım, tabii sollar daha küçük olur diyorlar o da 23,5 cm desek.0,5 cm bu kadar numara farkı yaratır mı ?Yoksa herkes kafasına göre mi üretim yapıyor ayakkabı sektöründe .Başka bir ihtimal ise; her ustanın kendi el ölçüsü farklı da ahmet usta ile mehmet usta farkı mıdır ''kalıplarımız farklı'' cümlesinin ardındaki gerçek.Elbiselerde de durum farklı değil .40-42-44 olmak üzere üç bedende elbise var hala giydiğim.Bir de s-m-l-xl-xxl meselesi var ; hangi harf hangi bedene denk geliyor bilmecesi her mağazada başka bir formülle cevaplanıyor.Bir de yeni başlayan bir tanım var; ürünün ölçüsü bir aralık olarak tanımlanıyor.38-40,40-42 gibi tanımlardan insan 40 giyerken hangi şıkkı işaretleyeceğini saatlece düşünüyor.Tabii yeni bir trend olan yabancı ülke ''size''ları var ki o konuya girmek dahi istemiyorum.En trendy olanı rus ölçüsü müdür yoksa ingilizler hala yarışta başı mı çekmekte ?Bahisler açık...Gelelim işimiz çıldırmaksa bir sonraki aşamaya...
İnternetten alışveriş ...ha bir de bu standart dışı durum varken internetten alışveriş yapmamızı bekliyorlar ya o zaman deliriyorum.İnternetten yanılıp yenilip bir ayakkabı,elbise almaya çalışmak tam bir çılgınlık! Bir ürün almadan yaklaşık iki iş günü karşı taraftaki satıcı ile mail-leşmek gerekiyor.''Kalıplarınız dar mı geniş mi ?'' ile başlayıp '' benim belim ince 65 cm ama kalçalarıma doğru genişleyerek 98 oluyor,aşağı doğru bacaklarım ise uzun ve sütun gibi ,acaba sizin elbisenin mediumu bana olur mu? ''ya varan acaip muhabbetlere kadar varabiliyor.Bu iki günün sonunda alışverişi yaptınız ama bu sefer de başka bir sancılı bekleyiş var ki o da başka bir çile.''acaba gelen ürünler bana olacak mı?'',''nasıl duracak?'',''bana yakışacak mı'' gibi içinizi kemiren binlerce soruyla yaklaşık 3-10 gün arası işkence çektikten sonra kargo kapınızı çalar.Aldığınız ürün gelmiştir,ama kargocu onu size vermek için ayrıca bir çile çektirecektir size .''kimliğiniz?,Şurayı imzalar mısınız?,şu kadar kargo ücreti var !(o kargo ücretinin üzeri de hiç çıkışmaz nedense,ayrıca neden hep küsurludur o ücret)'' gibi çeşitli aşamalardan sonra kendinizi bir tür ''SURVİVOR'' kazanmış hissederek kutunuzu alıp hemen açarsınız.Baammm!
Bundan sonrası ikiye ayrılır:
kısa ve mutlu son.
bir de uzun ve yeni bir işkence süreci olacak daha acılı ve sinir katsayısı yüksek bir sona doğru bezgin bir yol(daha çok ikinci yolda süründüğünü düşünüyorum internet alışveriş madurlarının) ki bunu yazmak hiç istemiyorum.
Hay sizin kalıplarınıza ..demek geliyor her bu lafı duyduğumda.Bugün şöyle bi düşününce 36-36,5-37-37,5-38 olmak üzere birbirinden değişik numaralarda bir sürü ayakkabım olduğunu farkettim.Ayaklarım mı uzayıp kısalıyor diye merak edip mezura ile ölçtüm.Tam 24 cm sağ ayağım, tabii sollar daha küçük olur diyorlar o da 23,5 cm desek.0,5 cm bu kadar numara farkı yaratır mı ?Yoksa herkes kafasına göre mi üretim yapıyor ayakkabı sektöründe .Başka bir ihtimal ise; her ustanın kendi el ölçüsü farklı da ahmet usta ile mehmet usta farkı mıdır ''kalıplarımız farklı'' cümlesinin ardındaki gerçek.Elbiselerde de durum farklı değil .40-42-44 olmak üzere üç bedende elbise var hala giydiğim.Bir de s-m-l-xl-xxl meselesi var ; hangi harf hangi bedene denk geliyor bilmecesi her mağazada başka bir formülle cevaplanıyor.Bir de yeni başlayan bir tanım var; ürünün ölçüsü bir aralık olarak tanımlanıyor.38-40,40-42 gibi tanımlardan insan 40 giyerken hangi şıkkı işaretleyeceğini saatlece düşünüyor.Tabii yeni bir trend olan yabancı ülke ''size''ları var ki o konuya girmek dahi istemiyorum.En trendy olanı rus ölçüsü müdür yoksa ingilizler hala yarışta başı mı çekmekte ?Bahisler açık...Gelelim işimiz çıldırmaksa bir sonraki aşamaya...
İnternetten alışveriş ...ha bir de bu standart dışı durum varken internetten alışveriş yapmamızı bekliyorlar ya o zaman deliriyorum.İnternetten yanılıp yenilip bir ayakkabı,elbise almaya çalışmak tam bir çılgınlık! Bir ürün almadan yaklaşık iki iş günü karşı taraftaki satıcı ile mail-leşmek gerekiyor.''Kalıplarınız dar mı geniş mi ?'' ile başlayıp '' benim belim ince 65 cm ama kalçalarıma doğru genişleyerek 98 oluyor,aşağı doğru bacaklarım ise uzun ve sütun gibi ,acaba sizin elbisenin mediumu bana olur mu? ''ya varan acaip muhabbetlere kadar varabiliyor.Bu iki günün sonunda alışverişi yaptınız ama bu sefer de başka bir sancılı bekleyiş var ki o da başka bir çile.''acaba gelen ürünler bana olacak mı?'',''nasıl duracak?'',''bana yakışacak mı'' gibi içinizi kemiren binlerce soruyla yaklaşık 3-10 gün arası işkence çektikten sonra kargo kapınızı çalar.Aldığınız ürün gelmiştir,ama kargocu onu size vermek için ayrıca bir çile çektirecektir size .''kimliğiniz?,Şurayı imzalar mısınız?,şu kadar kargo ücreti var !(o kargo ücretinin üzeri de hiç çıkışmaz nedense,ayrıca neden hep küsurludur o ücret)'' gibi çeşitli aşamalardan sonra kendinizi bir tür ''SURVİVOR'' kazanmış hissederek kutunuzu alıp hemen açarsınız.Baammm!
Bundan sonrası ikiye ayrılır:
kısa ve mutlu son.
bir de uzun ve yeni bir işkence süreci olacak daha acılı ve sinir katsayısı yüksek bir sona doğru bezgin bir yol(daha çok ikinci yolda süründüğünü düşünüyorum internet alışveriş madurlarının) ki bunu yazmak hiç istemiyorum.
7 Temmuz 2011 Perşembe
kuşadası ve civarından tatil izlenimleri
Uzun bir süredir tatilde olduğum Kuşadasından bir kaç izlenimimi paylaşmak istiyorum.
İlk geldiğim günden itibaren İstanbulun herhangi büyük bir merkezinde dolaşıyormuş izlenimi veren bu şehri sevmedim.Evet doğru duydunuz bilerek şehir dedim,zira bir tatil kasabası ruhunu satışa çıkaralı çok çok zaman olmuş bir şehir burası.Gelmemiş olanlar için İstanbul'un Pendik,Bakırköy,hatta belki biraz Beşiktaş havasında...Ama yanlış anlaşılmasın bu adını verdiğim yerlerin bile kendi ruhlarını yansıtan daha yerel tatları ,dokuları vardır. Kuşadasında yerel hiçbir şey kalmamış;burası sürekli az ya da çok dalgalı denizi ile Side,Alanya kadar olmasa da içi oldukça sığ deniz derinliği ile beni pek mutlu etmedi.Bilmiyorum tekrar gelir miyim, gelmeyi istemiyim?Kimbilir...
Kasabaya indiğinizde sokaklar ya yerli yazlıkçılar ya da yabancılar ile dolu.Bu şehir şehir içi ve şehir dışı ile tamamen gemi ile gelen yabancı turistleri ütmek üzerine kurulu...Şöyle bir düşündüm:''Eğer Kuşadasının limanına bir şey olsa buraların esnafı ne yapar ,bütün bu yatırımlar ne olur diye...'' insan böyle bir senaryoyu düşünürken hafif bir tebessüm etmekten kendini alamıyor.Efes'te bile esnaf kendi arasında konuşuyordu.''gemi gelmiş bugün,gemi !''
Hiç mi güzel bir tarafı yoktu kuşadasının diye soracak olanlarınıza ise yanıtım çok açık:tabii ki var.Efes var,Selçuk var,meryemananın evi var,Şirince var,İsabey camii var,St.Jean kalesi var...Tabii tüm bunlar size birşey ifade ediyorsa...ama ben en çok St.jean(Aziz yahya )kalesinden Selçuk panaromasını ve Şirince'yi beğendim.Şirince çok güzel ve gerçekten adına yakışır şirin bir köy...Bu kıraç dağ kasabasından bir turizm mucizesi yaratan tüm güzel insanların ellerinden öpmek geldi içimden.Hepsini sevgiyle kucaklıyorum.(Özellikle Özlem gözleme'ye gidin ne olursa olsun yiyin,çünkü tüm yemekler odun ateşinde ve sevgiyle pişiyor).Tüm fertleriyle çalışan aileye teşekkürler .Köydeki küçük tezgahlarında karadut satan teyzelerden dut yiyin,dut şarabı için, satın alın.Teyzelerin nasırlı ellerinden dağ kekiği,kuru papatya,adaçayı alın.Onları görmek için geldiğinizi hissettirin ki değişmeye çalışmadan öyle kalsınlar.Zira biz onların bu doğallığını görmek için kilometrelerce yol yapıyoruz. ...
Selçuk -Kuşadası karayolunda at binme ve at safari çiftliği var;çok içten ve ilgili insanlar,işlerini severek yapıyorlar.Eğer harcayacak çok paranız varsa yol üzerindeki leather,jewellery,carpet weawing show gibi takılabileceğiniz lüks tatil alışveriş villa-mağazalar da sizleri bekliyor.
Burayı tavsiye ediyor muyum?Evet 20'li yaşlarda gelinip,daha çok gece hayatına akarak eğlenecek,karaoke barlar,barlar sokağı,discoları turlanarak sabah edilecek bir tatil şehri burası...Bolca yabancı turistle karşılaşmak ve yabancı dilinizi ilerletmek için ...neden olmasın!
İlk geldiğim günden itibaren İstanbulun herhangi büyük bir merkezinde dolaşıyormuş izlenimi veren bu şehri sevmedim.Evet doğru duydunuz bilerek şehir dedim,zira bir tatil kasabası ruhunu satışa çıkaralı çok çok zaman olmuş bir şehir burası.Gelmemiş olanlar için İstanbul'un Pendik,Bakırköy,hatta belki biraz Beşiktaş havasında...Ama yanlış anlaşılmasın bu adını verdiğim yerlerin bile kendi ruhlarını yansıtan daha yerel tatları ,dokuları vardır. Kuşadasında yerel hiçbir şey kalmamış;burası sürekli az ya da çok dalgalı denizi ile Side,Alanya kadar olmasa da içi oldukça sığ deniz derinliği ile beni pek mutlu etmedi.Bilmiyorum tekrar gelir miyim, gelmeyi istemiyim?Kimbilir...
Kasabaya indiğinizde sokaklar ya yerli yazlıkçılar ya da yabancılar ile dolu.Bu şehir şehir içi ve şehir dışı ile tamamen gemi ile gelen yabancı turistleri ütmek üzerine kurulu...Şöyle bir düşündüm:''Eğer Kuşadasının limanına bir şey olsa buraların esnafı ne yapar ,bütün bu yatırımlar ne olur diye...'' insan böyle bir senaryoyu düşünürken hafif bir tebessüm etmekten kendini alamıyor.Efes'te bile esnaf kendi arasında konuşuyordu.''gemi gelmiş bugün,gemi !''
Hiç mi güzel bir tarafı yoktu kuşadasının diye soracak olanlarınıza ise yanıtım çok açık:tabii ki var.Efes var,Selçuk var,meryemananın evi var,Şirince var,İsabey camii var,St.Jean kalesi var...Tabii tüm bunlar size birşey ifade ediyorsa...ama ben en çok St.jean(Aziz yahya )kalesinden Selçuk panaromasını ve Şirince'yi beğendim.Şirince çok güzel ve gerçekten adına yakışır şirin bir köy...Bu kıraç dağ kasabasından bir turizm mucizesi yaratan tüm güzel insanların ellerinden öpmek geldi içimden.Hepsini sevgiyle kucaklıyorum.(Özellikle Özlem gözleme'ye gidin ne olursa olsun yiyin,çünkü tüm yemekler odun ateşinde ve sevgiyle pişiyor).Tüm fertleriyle çalışan aileye teşekkürler .Köydeki küçük tezgahlarında karadut satan teyzelerden dut yiyin,dut şarabı için, satın alın.Teyzelerin nasırlı ellerinden dağ kekiği,kuru papatya,adaçayı alın.Onları görmek için geldiğinizi hissettirin ki değişmeye çalışmadan öyle kalsınlar.Zira biz onların bu doğallığını görmek için kilometrelerce yol yapıyoruz. ...
Selçuk -Kuşadası karayolunda at binme ve at safari çiftliği var;çok içten ve ilgili insanlar,işlerini severek yapıyorlar.Eğer harcayacak çok paranız varsa yol üzerindeki leather,jewellery,carpet weawing show gibi takılabileceğiniz lüks tatil alışveriş villa-mağazalar da sizleri bekliyor.
Burayı tavsiye ediyor muyum?Evet 20'li yaşlarda gelinip,daha çok gece hayatına akarak eğlenecek,karaoke barlar,barlar sokağı,discoları turlanarak sabah edilecek bir tatil şehri burası...Bolca yabancı turistle karşılaşmak ve yabancı dilinizi ilerletmek için ...neden olmasın!
13 Şubat 2011 Pazar
Herkes herşeyi yapmak ve her alanda başarılı olmak zorunda mı?
Uzun zamandır kafamı yoran sorulardan biri bu.
Mesela Mehmet Ali Birand ...Uzun yıllarını gazeteciliğe vermiş saygı duyulan biri.Ben de yazarlığına gazeteciliğine bir şey demiyorum.Televizyon programcılığına da tam puan . Ama yıllardır ısrarla haber sunuculuğu yapmaya çalışıyor,bir de adına''anchorman'lik deniyor.Ya adam türkçe konuşma özürlüsü! Bir sunucuda olması gereken hiçbir özelliği taşımıyor;vurgulaması,diksiyonu çok ama çok kötü.Tamam iyi yazar,tamam iyi gazeteci,tamam iyi yorumcu ...ama iyi sunucu ,iyi okuyucu değil işte.Neden ısrarla hala haber sunuyor.Olmuyor ,beceremiyor işte!Skeçlere konu olacak kadar dalga geçiliyor kendisi ile ...ha bir de saatini gösterme gayretiyle...Ya bırak kardeşim bu işi de yapamıyıver.
Şu yıllardır yerleştirilmeye çalışılan bir konsept.On parmağında on marifet denen adamlar olma güdüsü nedir?bu cins insanlar bu kadar mı çok!Tabii ki hayır!Aslında bu adamlar o kadar az ki onun için bu değerli bir meziyet!Ama herşeyi biraz yapınca bu insanlar kendini on parmağında on marifet insanlardan addediyorlar.
Bir şeyi yap !tam yap!Tamam başka alanlara da insan heves eder,dener,çabalar ama en azından biraz alçakgönüllü davranır.''birşeyler yapmaya çalışıyoruz .....deniyoruz...filan ..'' der. Şu ''ben her alanda dörtdörtlük işler sergilerim ,benden iyisi yok ''havalarına uyuz oluyorum.İşin ilginç tarafı hiç te tam ve iyi yapamıyorlar.
Mesela Mehmet Ali Birand ...Uzun yıllarını gazeteciliğe vermiş saygı duyulan biri.Ben de yazarlığına gazeteciliğine bir şey demiyorum.Televizyon programcılığına da tam puan . Ama yıllardır ısrarla haber sunuculuğu yapmaya çalışıyor,bir de adına''anchorman'lik deniyor.Ya adam türkçe konuşma özürlüsü! Bir sunucuda olması gereken hiçbir özelliği taşımıyor;vurgulaması,diksiyonu çok ama çok kötü.Tamam iyi yazar,tamam iyi gazeteci,tamam iyi yorumcu ...ama iyi sunucu ,iyi okuyucu değil işte.Neden ısrarla hala haber sunuyor.Olmuyor ,beceremiyor işte!Skeçlere konu olacak kadar dalga geçiliyor kendisi ile ...ha bir de saatini gösterme gayretiyle...Ya bırak kardeşim bu işi de yapamıyıver.
Şu yıllardır yerleştirilmeye çalışılan bir konsept.On parmağında on marifet denen adamlar olma güdüsü nedir?bu cins insanlar bu kadar mı çok!Tabii ki hayır!Aslında bu adamlar o kadar az ki onun için bu değerli bir meziyet!Ama herşeyi biraz yapınca bu insanlar kendini on parmağında on marifet insanlardan addediyorlar.
Bir şeyi yap !tam yap!Tamam başka alanlara da insan heves eder,dener,çabalar ama en azından biraz alçakgönüllü davranır.''birşeyler yapmaya çalışıyoruz .....deniyoruz...filan ..'' der. Şu ''ben her alanda dörtdörtlük işler sergilerim ,benden iyisi yok ''havalarına uyuz oluyorum.İşin ilginç tarafı hiç te tam ve iyi yapamıyorlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)